Blog Yazılarım
Faydalı Makaleler
Epigenetik
Epigenetik:
Travmalarından Özgürleştiğinde Çocuğunu da Özgürleştiriyorsun
Yakın bir zamana kadar genlerimizin ana rahminde oluşumunu tamamladığı ve hayatımızın sonuna kadar, 9 ayda şekillenen bu gen haritasına mecbur olduğumuz düşünülmekteydi.
Biliyoruz ki göz rengimizi, kaş şeklimizi, boyumuzu posumuzu kısacası fiziksel görünümümüzle ilgili özelliklerimizi ailemizden alıyoruz.
Ve yine biliyoruz ki kişilik özelliklerimiz, başımızdan geçen kişisel deneyimler içinde şekilleniyor ve; kaygı ya da depresyon da bizi şekillendiren bu deneyimlerden doğuyor.
Bununla birlikte psikologlar yaptıkları araştırmalar sonucu fiziksel özelliklerin yanında ruh hallerinin de büyük anne ve babalarımızdan ve hatta belki daha önceki nesillere ait atalarımızdan geçebileceğini ortaya koyuyor.
Sinirli, kaygılı, maceraperest ruhumuzu ailemizin önceki nesillerinden miras alabilir miyiz?
Bu soruyla yola çıkan moleküler biyologlar, genetikçiler ve nörobiyologlar yaptıkları araştırmalarda duygusal özelliklerin beyinde genler aracılığıyla aktarılabileceğini gördüler. Ve yeni bir bilim dalı ortaya çıktı: epi-genetik.
'Epi' kelime anlamı olarak ‘yeni ya da farklı bir biçime sokmak’ demek.
Doğduğumuz anda sahip olduğumuz genetik yapının hayatımız boyunca aynı kaldığı varsayımı, beslenme şeklindeki ve ortamda maruz kalınan unsurlardaki değişiklikler ile ve diğer raslantı ve sürprizlerin DNA’mızı yani gen haritamızı değiştirdiğinin keşfedilmesi ile geçerliliğini yitirdi. Bu müthiş bir özgürlük!
Yaşamın her anının özgün ve eşsiz olabileceğinin bilimsel kanıtı epi-genetik bilimidir.
Buradan tabii ki bir de şunu anlıyoruz; önceki nesillerin yaşadığı savaşların, göçlerin, kıtlık ve zulümlerin genetik tarihçesini taşıyoruz her birimiz.
Savaş görmüş bir kişi beyninde epi-genetik ile meydana gelen değişimi, kendi çocuklarının ve hatta onların çocuklarının beynindeki nöronlara DNA yoluyla aktarıyor.
Yani savaş, soykırım geçirmiş, birisinin öldürülmesine izleyici kalmış ya da farklı travmatik bir olaya maruz kalmış, mesela tacizkâr bir anne ve babanın elinde büyümüş bir büyük anne ve babanız varsa bu deneyimlerin duygusal etkilerini siz de taşıyorsunuz.
Her yaşadığı olumsuz deneyim için kendini sorumlu tutan, yargılayan ve suçlayanlarınıza sesleniyorum:
“Her zaman ve her şey üzerinde yüzde yüz kontrolünüz olduğuna inanmaktan vazgeçin artık.”
“Karanlığı karanlıkla değiştiremezsiniz, karanlığı ancak ışık sonlandırabilir. Nefreti ve öfkeyi de ancak sevgi dönüştürebilir”~~ Martin Luther King.
Diğer yandan eğer büyük anneniz ya da büyük babanız diyelim ki sevgi ve şefkat içinde büyümüşlerse siz de bu besleyici, sevgi dolu duygusal deneyimin psikolojik ve davranışsal özelliklerini kendi genetik haritanızda taşıyor olacaksınız.
Yani sadece acıyı miras bırakmıyoruz, huzuru ve barışı da miras bırakabiliyoruz.
Yapılan araştırmalarda ebeveynlerinden daha fazla ilgi gören bebeklerin daha sakin olduğu ve stres hormon düzeylerinin ilgi görmeyenlere ya da daha az ilgi görenlere göre daha düşük olduğu saptanıyor.
Anne ilgisinden mahrum kalmış ya da ihmal edilmiş çocukların daha stresli ve kaygılı ve çok çabuk uyarılan duygu ve davranış özelliklerine sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu çocuklar hayatlarının ilerleyen yıllarında stresli koşullara adapte olmakta zorluk çekecekleri için yani hassas kişilik yapıları nedeniyle, depresyona meyilli olacaklardır.
Toplumsal barış ve huzur için de çok temel bir konu bireysel travmaların iyileştirilmesi. İntihar edenlerin ya da diğerlerine saldırgan davranış sergileyenlerin çoğunun çocukluk yıllarında tacize maruz kaldıkları araştırmalarda ortaya çıkan bir gerçek.
Yaşadığımız her duygusal yönü yoğun deneyim beyinde bir ateşlenmeye karşılık gelir. Çocukluk yıllarında ihmal edilen kişilerin yaşadıkları baskın duygusal deneyim hayal kırıklığı ve güvensizlik olurken, duygusal olarak ihtiyaçları karşılanmış kişilerin yaşadıkları baskın duygusal deneyim güven ve huzur olacak. Ve zihinsel ve duygusal kalıplar bu deneyimler arasında hangisi tekrar tekrar yaşanıyorsa ona göre şekillenecek.
Duygusal ihtiyaçların nöral devreleri tekrar tekrar hayal kırıklığına uğradığında ileri ki yaşlarda kaygılı ve huzursuz bir ruh hali, çaresiz ya da saldırgan ve suçlayıcı davranışlar içinde buluyor kişi kendini.
Özellikle doğumdan sonraki ilk yıllarda anne bakımının beynin gelişimindeki etkisini bir kere daha hatırlayalım o zaman.
Sevgili anneler çocuğunuza sevgi ve ilgi gösterdiğiniz zamanların önemini anlamak zorundasınız.
Eğer miras aldığınız ya da eski olumsuz deneyimleriniz sonucunda oluşan stres modern yaşam stresi ile bir olup çocuğunuzla aranızdaki sevgi alışverişini zorlaştırıyorsa, gündelik davranışlarınızı etkileyen bu örtülü ya da açık stres halini nasıl değiştirebileceğiniz üzerine bilgilendirici eğitimler alarak kendinizi eğitin!
Genetik haritanıza kadar varan bir dönüşümü gerçekleştirmeniz mümkün. Bundan daha iyi bir haber olabilir mi!!!
Özellikle erken çocukluk döneminde beyinlerimizin, yaşadığımız deneyimlerin duygusal izine göre genetik düzeyde şekilleniyor olması travmatik izlerin de nesiller arası aktarılabileceğini söylüyor.
Bu aynı zamanda travmalarınızın izlerini dönüştürmeyi başarmışsanız ve dolayısıyla yaşamın bilinmez doğasına karşı esnek dirençliliğiniz artmışsa çocuklarınıza ve torunlarınıza hayata karşı dayanıklı olabilmelerini sağlayacak genleri miras bırakacaksınız demek.
Yani atalarımızdan travmatik hasarı ya da geliştirdikleri güçlü ve esnek adaptasyon becerilerini miras alıyoruz.
Diyelim ki size kalan miras, benim bu topraklarda gözlemlediğim kadarıyla daha çok iyileştirilmemiş travmaların izlerini taşıyorsa, yaşayacağınız irili ufaklı olumsuz olaylardan öğrenerek değil ama darbe alarak çıkma yani hayatla baş edememe ihtimali yükseliyor.
O zaman iş size düşüyor: beslenme şeklinizde, kendinize ve dünyaya karşı tavrınızda, gündelik alışkanlıklarınızda, her günkü yaşam ortamınızda yapacağınız değişiklikler bu mirası yeniden şekillendirmenizi sağlayacak.
Hayatınızda, ne olursa olsun;
Kalbinizdeki sevgiyi beslemekten vazgeçmeyin,
Etrafınızda ve ilişkilerinizde iyilik halini destekleyin ve,
Zihnin yargılarına teslim olmak yerine algı pencerenizi genişletin!
Alıntı: F. Battle